Sakindi Oranın Şafakları...
1 gün önce
1 gün önce
1 hafta önce
2 ay önce
2 ay önce
Devrimden Sonra film... İzmir F Tipi Cezaevi yönetimi Ali Karatay isimli h...
‘Sinemaya kele... ABD'de sinema salonları, Grinin Elli Tonu izleyici...
Senarist Önder Çakar... Gemide ve Takva filmlerinin senaristi Önder Çakar,...
‘Nymphomaniac&... 14 Mart'ta ilk bölümü vizyona girmesi planlanan La...
Ya Hep Ya Hiç filmi, çalışan insanların hikayesini anlatır. Onların istençlerini koşullarından kopartmaz. Film, ‘sınıf’ı yakalar – onun fotoğrafını çeker – ancak sınıfsal çatışmayı vermez. Alıcı, onları sitelerinde, evlerinde, işyerlerinde, kaçıp gitmek istedikleri ‘uzak’lar(ın)da yakalar. Mike Leigh, aynı bir sosyal bilimci gibi çalışır. Ortalığa bir sürü veri yığar analizine girişebilmemiz için…
Phil 40’lı yaşlarda; sanki olan biten her şey onu hayrete düşürüyormuşçasına şaşkın, ürkek, naif bir hali var. Filmde ölümü tek düşünen insan. Her zaman kafası karışık ve unutgan. Karakterimiz hayat üzerine çok fazla kafa yoruyor, belli: sürekli anektodlar yağdırıyor çevresine. Hayat üzerine fikirleri var. Ruhunda bir boyun eğmişlik gözlemleniyor.
Penny’i son sahnelerden birinde, kendini (bir ve aynı olan sıkıntısını) açıklarken görürüz zaten: “Kalkmak, işe gitmek, eve gelip yemek yapmak canıma yetti!”.
Rachel ise yalnızlık içinde bunalır, onda, fiziksel sınırlılıklarından ötürü bir ürkeklik ve sosyalleşememe gözlemlenir.
Rory, tüm zamanını yemek yiyerek ve televizyon seyrederek geçirir, sitedeki arkadaşlarıyla kavga eder; yalnızdır, çevresindekilere karşı sinirli ve saldırgan bir tutum içerisindedir. Film, esasında bu dört karakterin hikayesini anlatadursun; yan karakterlerinin (Basset ailesinin iş ve konut arkadaşları -Marueen ve Ron-) dertleriyle ve yaşantılarının anlatımıyla paralel bir okuma da oluşturmaktan geri kalmaz.
Karakterler, bize, bizzat çalışma eylemlerinin ortasında tanıtılırlar. Rachel’ı yerlere paspas atarken, Penny’i kasada ürünlerin barkodunu okuturken, Phil’i ise taksiyi sürerken görürüz. Bu anlatım tarzı bize, kesin olarak şunu söylemektedir: bu hem bir ‘sınıf’ imajı hem de kişileri nesnelliklerinden – dolayısıyla üretim ilişkilerinden – kopartmadan sunmaktır. Bireyliklerin belirleniminde bir yöntem olarak: Marksizm.
Basset ailesinin evdeki durumu
Bıkıp-usanmışlık, yalnızlık, iletişimsizlik, sevgisizlik, güvensizlik… evdeki durum tam da bu. Phil, yemekte, gün içinde başından geçen bir şeylerden bahseder; lakin Penny hemen onu bastırır ve aşağılar. Rory, televizyonun karşısındaki kanepede yaşar neredeyse, yığılmıştır oraya, kalkmak istemez. Rachel, hemen odasını çıkıp kitap okur. Penny, bulmaca çözer. Phil, yarın arabanın deposunu doldurabilmek için aile bireylerinden para dilenir, ürkek bir tavırla dolaşır odaları, bu eylem onu küçük düşürür kim bilir, Penny’i sinirlendirdiği kesin: sabahları erken kalkıp havaalanından müşteri toplaması salık verilir, bozuk para verirken ona. Yemekte kimse konuşmaz… Penny’nin istekleri: bir akşam yürüyüşüne dahi kimse çıkmak istemez evde…
Filmin ilk 65 dakikası çalışan insanların hayatının belgelenmesinden başka bir şey değildir. Peki, ne vardır bu hayatta? Aynı sınıftan insanların birbirlerini kazıklaması – sahne – Ron arabasını yaptırır – , gençliğin durumu -Donna, Samantha, Rachel ve Rory’nin yaşantılarından aktarılan- , onların işsizlik ve gelecek kaygıları; güvensizlikleri ve ebeyvenlerine olan tutumu, birbirlerine uyguladıkları fiziksel-ruhsal şiddet, insanlar arasındaki korkunç iletişimsizlik ve güvensizlik ortamı, dayanışma kıvılcımları (Marueen’de cisimleşen)….
65.dakikadan sonra belgelemenin yerini kurmaca öğeler oluşturur (ya da yönetmen ‘bir şey’ söylemek ister): Rory’nin kalp krizi geçirmesi, Phil’in telefonunu kapatıp uzaklaşması, Rachel’in çorak arazide gezintiye çıkması vd… Hastenede geçirilen akşamın sonunda tekrardan eve gelindiğinde… bu vesileyle -kalp krizi- Phil & Penny atışması doruğa ulaşır ve en derindeki acılar paylaşılır. Phil’in alınganlıklarının meşruiyeti, Penny’nin geçmişteki kayıtsız davranışlarının hatrı sayesinde doğrulanır/ kesişir – Rachel’de ona babasını aşağıladığını söyleyerek, bunun için, ona yardımda bulunur. Sevgisizlik bir ölçüde ortadan kalkar, çifte bir canlılık gelir; ertesi gün Rory’nin yanında daha sağlıklı ve mutlu görünürler, yüzler güler… lakin Rachel’in ve ‘arkadakiler’in durumunu, filmin aynı zamanda konusu da olan ismi oluşturacaktır: YA HEP YA HİÇ.
Mike Leigh, ‘burada’, olayları sınıfsal bir düzlemde dramatikleştirmek istemez. Öyle bir meselesi de zaten yoktur. Lakin buna uygun birçok sahneyi es geçmesinin de sebebi budur: toplumsal panaromayı hümanist tarzda ele almak. Yönetmenin sosyal demokrat tavrını bu yolla gözlemleyebiliyoruz. Bu tavır kendini filmin sonlarına doğru – Penny’nin durağa telefon edip, araba talep etmesi sürecinde – kendini daha belirgin bir şekilde ifade edecektir. (Ek bir tespit olarak: filmde İncil’e gönderme vardır. High Hopes’ta, mezarlıkta, Marx’ı anan gençleri düşünecek olursak, Ya Hep Ya Hiç’teki ‘duruş’lar pek bir ‘metafizik’tir.)
Biçime dair bir kaç söz ve tespit
Filmdeki çok karakterlilik/ yaşantılılık, anlatım biçiminde paralel kurgu şeklinde tezahür ediyor. Mike Leigh’de paralel kurgu etik ve ideolojik bir seçimin yansımasıdır; aynı zamanda da bir zorunluluktur. Ve böylece, “içerik, biçimi belirliyebiliyor…” diyebiliriz belki.
Mike Leigh toplumsal panaromayı verebilmek adına, Phil karakterine taksicilik yaptırıyor. Ve tabii ki karakterlerin konut olarak sitede oturmaları, meselenin anlatımına kolaylık sağlanması açısından seçilmiş olmalı.
Filmde çatışmanın kaynağı karakterlerin başınlarına gelen olaylar değil, bizzat çalışma hayatı, kapitalizm ve onun tezahürlerinden başka bir şey olmayan sevgisizlik, iletişimsizlik, yalnızlık vd.’dir. Bu söylediğime bir ‘kanıt’ oluştursun diye şunu gösterebilirim: Phil, her hâlükârda ‘bunalım’ını dışa vuracaktı -Rory’nin kalp krizi geçirmesi sadece buna bir vesile oldu – :filmdeki ‘kurmaca’ öğelerden bir tanesi de budur.
Filmde, o zaman, ‘çözüme kavuşturulan’ iki aile, Basset ve Maureen tarafı oluyor. Diğer ‘aile'; Samantha’lar ise muğlakta bırakılıyor. Rachel’ı düşünecek olursak, Basset’ler de tam anlamıyla filmde ‘çözüme kavuşturulmak’tan uzaktır. Filmin son sahnesi bunun kanıtıdır.
Maureen ve Donna, sonda, ‘birbirlerini bulmuş’ olsalar da, onların bu verdikleri ‘poz’ nihai bir kanıt taşımaz bizim için.
Marueen, filmde tek aklı başında karakter gibi gözüküyor. Kızının (Donna) erkek arkadaşıyla olan ilişkisinden ötürü kaygılı. İki iş birden yapıyor; hem Safeway’de, Penny ile beraber çalışıyor, hem de evde çevresindekilerin çamaşırlarını ütülüyor. Yine de halinden ötürü mutsuz tavırlı değil.
Filmde sergilenen gençliğin durumu hakkında birkaç söz söyleyebiliriz: ‘Kuşak çatışması’ yok. Çatışmadan söz edebilmek için, gençliğin sahiplendiği değerlerinin olması gerekir.
Donna annesinin kendisine öğüt vermesini istemez. Çünkü kendisi de geçmişte aynı hatalara düşmüştür. Bir örnek oluşturamaz onun için. Samantha ailesinden iğrenmektedir, neden; annesi alkolik, babası ise ilgisizdir; sevgi bulamamıştır: yine bir örnek oluşturamayan aile tipi. Basset ailesi göreli olarak daha bir omurgalı durmasına karşın, onlarda da, çürümenin etkisi hat safhada hissedilir.