Ken Loach: İngiltere’nin İsra...
5 ay önce
5 ay önce
8 ay önce
9 ay önce
11 ay önce
Senarist Önder Çakar... Gemide ve Takva filmlerinin senaristi Önder Çakar,...
‘Nymphomaniac&... 14 Mart'ta ilk bölümü vizyona girmesi planlanan La...
Festival filmlerine ... Sinema Genel Müdürlüğü başvuruları devam eden İsta...
Martin Scorsese̵... Martin Scorsese'ın kızına yazdığı mektubu okuyucul...
İki yıl önce bugün kaybettiğimiz Theo Angelopoulos’un sinematografisi, bugünün sinemacılarına hâlâ çok şey söylüyor. Yaşamı savunanların cephesinde yerini hep koruyan Angelopoulos, “Bir gün mutlaka kazanacağız” diyebilme tutkusuna da katkı koyuyor.
Çağrı Kınıkoğlu
2012 yılının 24 Ocak’ında film çekimleri esnasında geçirdiği bir trafik kazası sonucu yitirmiştik Theo Angelopoulos’u. Yunanistan’ın bu önemli sinemacısı, arkasında her biri Yunanistan’ın tarihini, coğrafyasını, toplumunu ve mücadelesini anlatabilen önemli eserler bıraktı.
Önemli bir sanatçının “arkasından konuşurken” bir başka büyük sanatçıdan ilham almakta (kendilerini biçimlendiren farklı dönemler hesaba katılıp özdeşleştirilmediği müddetçe) herhalde büyük bir sakınca yoktur. Nâzım’ın Memleketimden İnsan Manzaraları’nı betimlerken kullandığı ifadeyi, Angelopoulos’un “kanon”u için de kullanabiliriz sanırım.
Nâzım, Kemal Tahir’e şöyle anlatıyordu “Manzaralar”ı nasıl tasarladığını:
Nâzım’a dair
“Şimdi yapmak istediğim şeyi ve planını anlatayım. 1) İstiyorum ki okuyucu 12.000 mısrayı bitirdikten sonra vıcık vıcık insan kaynaşan bir mahşerden geçmiş olsun. 2) İstiyorum ki bu insan mahşerinin somut ifadesi okuyucuya ana hattında belirli bir devirdeki, çeşitli sınıflara mensup Türkiye insanları vasıtasıyla Türkiye’nin belirli bir tarihi devirdeki sosyal durumunu anlatsın. Tabi donmuş bir halde değil, diyalektik seyri ve akışıyla. 3) İstiyorum ki ikinci planda, Türkiye toplumunu çevreleyen dünya durumu -belirli bir devredeki- anlaşılsın. 4) İstiyorum ki -nereden gelinip, nerede olunduğu, nereye gidildiği sorusuna- sahanın içinde azami imkanlarla cevap verilsin. Bu dört nokta ana meselemdir.”
Çok şey anlatıyor
Angelopoulos’un filmografisi topluca ele alındığında, Yunanistan zemininde Nâzım’ın betimlediği türden, insan kaynaşan bir mahşeri görmek mümkün. Tarihle bugünü, bireyle toplumu, sırtından geçinilenler ile onların sırtından geçinenleri, kabuğuna çekilmişle hülyalarına tutunanları, tek ve zengin bir potada işlemeyi başarabilmiş bir yönetmendi Angelopoulos. Sinematografisi, düşünsel ve görsel boyutuyla, bugünün sinemaseverlerine ve sinemacılarına hâlâ çok şey söyleyebilen, üzerine düşünmek gerektiren bir yapıya sahip.
Umutlu ve melankolik
Bu önemli sinemacıyı ölüm yıldönümünde anarken, bir noktaya daha dikkat çekmek kaçınılmaz: Az önceki ilişkilendirmeden hareketle, belki Nâzım ile Angelopoulos arasındaki en belirgin farka, ilkinin umuduna ve ikincisinin melankolisine vurgu yapmak gerekir. Tarihsellik farklı, coğrafyalar farklı, karakterler farklı, mücadele dinamikleri farklı, evet. Ama önemli sanatçılar söz konusu olduğunda bunları aşan bir karakteri var sanatçı kimliğinin. Ve bu bağlamda “güzel günler göreceğiz” diyebilmek ve “umut, umut, umut/umut insanda”da ısrar edebilmek, yaşama müdahale tutkusu, bugünün sanatseverleri ve sanatçıları nezdinde, aradaki ayrım çizgisinin ne kadar önemli olduğuna herhalde işaret ediyordur.
“Kazanacağız”
“Teşekkürler”, diyebiliriz bu önemli ustaya, gönül rahatlığıyla… Bize sanatıyla güç verip insanlığı ve yaşamı savunanların cephesinde yerini daima koruyup, özellikle Ulis’in Bakışı’ndan sonraki filmografisinde giderek şiddetlenen tüm melankolisine rağmen “bir gün mutlaka kazanacağız” diyebilme tutkusuna katkı koyduğu için…
O bu kadarını yapabildiyse, gerisi bu çağın insanının mücadelesine kalıyor…
Ta ki “masumiyet”i yeniden yakalayana kadar.