Ken Loach: İngiltere’nin İsra...
5 ay önce
5 ay önce
8 ay önce
9 ay önce
11 ay önce
Senarist Önder Çakar... Gemide ve Takva filmlerinin senaristi Önder Çakar,...
‘Nymphomaniac&... 14 Mart'ta ilk bölümü vizyona girmesi planlanan La...
Festival filmlerine ... Sinema Genel Müdürlüğü başvuruları devam eden İsta...
Martin Scorsese̵... Martin Scorsese'ın kızına yazdığı mektubu okuyucul...
“Kısa film bankaların kasalarına ya da dar karanlık kafalara sığmayacak kadar büyüktür.”
Geçtiğimiz haftalarda bir grup kısa filmcinin Altın Koza Film Festivali’ne yönelik şikayetlerini ilettikleri bir metin yayınlandı. Yapılan açıklama, festivalin kısa filmleri ve filmcileri desteklemekle ilgili söylemlerinin arkasında durmadığını vurguluyor, önceki senenin gösterim ödemelerinin bile hâlâ yapılmamış olduğunun altını çiziyordu. Üstelik bu konuyla ilgili taleplerini ilettiklerinde önce geçiştirildiğini, ardından da aşağılayıcı sözlerin hedefi olduklarını söylüyorlardı. Yapılan bir haksızlığa karşı gösterilen son derece haklı bir tepkiydi bu. Bir de boykot kararıyla destekleniyordu. Kısa süre içinde Altın Koza yönetiminden özür ve taleplerin karşılanacağına ilişkin açıklama geldi. Kısa filmciler de tüm taleplerinin takipçisi olacakları notunu düşerek boykotu sonlandırdılar. Sinemacıların festivallerle ilgili şikayetleri hiç bitmez. Gün gelir ön eleme jürisine isyan edilir, gün gelir yarışmalı bölüm sonuçlarına. Organizasyon her zaman başarısız bulunur. Biri katılımcılar arasında ayrım gözetildiğinden dem vururken, bir diğeri hak ettiğini düşündüğü ayrıcalıklardan mahrum bırakıldığını söyleyerek dert yanar.
Tek sıkıntı yapılmayan ödemeler mi?
Adil davranan jüriler, iyi kotarılan ve ayrımcılık yapılmayan bir organizasyon, zamanında yapılan ödemeler söz konusu olduğunda festivallerle ilgili hiçbir problemimiz kalmayacağını söyleyebilir miyiz? Pek çok sinemacı için bu sorunun cevabı olumlu olabilir. Fakat cevap vermeden önce sinema sanatına nasıl bir anlam yüklediğimizi de kendimize sormamız gerekiyor.
Özellikle ülkemizde festivaller, gişe sineması çemberinin dışında işler yapan sinemacılar için ciddi bir alan yaratıyor. Bunun olumsuz bir durum olduğunu söylemek hata olur. Peki neden gişe filmi yapmak istemiyoruz? Çünkü gişe başarısı denen şey, bazı istisnai durumlar dışında, ona yönelik hesaplar yapan bir sinema dilini ön şart olarak zorunlu kılıyor. Filmi izleyicilerin karşısına çıkarmak için çok ciddi bir otosansür uygulamış olmak, konuyu ve onu işleme şeklini gişenin ihtiyacına göre belirlemek, yapım koşullarını ve oyuncu seçimlerini hep onu düşünerek gerçekleştirmek gerekiyor. Biz kendimizi bu şekilde sınırlandırmak istemiyoruz.
Festival filmi mi gişe filmi mi? Yoksa…
Peki, festivaller gerçekten bir özgürlük ortamı sağlıyor mu? Yoksa artık festivallerde başarılı olmak için ona uygun filmler mi çekmek gerekiyor? Gişede başarılı olma motivasyonu yerine festival jürisini avucunun içine alma motivasyonunun gelmesi gerçekten büyük bir farkı işaret ediyor mu? Popülist bir dilden kaçınırken seçkinci bir dili zorunlu kılmak, yoz komedi ya da melodramdan uzak dururken sıradan izleyiciyle bağ kurmayı hiç umursamamak ne kadar doğru? Peki ya güncel siyasetin ötekileştirme ya da kimlik sorunu gibi popüler başlıklarını el üstünde tutan, ama daha devrimci bir bakışı ve sınıf perspektifini öne çıkaran filmleri “ideolojik” diyerek yaftalayan anlayışını nereye koyacağız? Elbette tüm bunların istisnaları mevcut. Ama genel eğilimin bu yönde olduğunu görmezden gelirsek festivallere ve festival sinemasına doğru yerden yaklaşma şansımız ortadan kalkar.
Bu noktada sinema sanatına nasıl bir anlam yüklediğimize yönelik soruya geri dönelim. Amacını cebini doldurmak ya da kişisel hezeyanlarını dışa vurmak olarak belirlemeyen sinemacılar için festivaller ne ölçüde bir alternatif oluşturuyor? Kendini ister “çağının sorunlarına duyarlı” gibi hafif ifadelerle tanımlıyor olsun, ister doğrudan solcu ve/veya devrimci olarak görsün, bir sinemacı, bu sorunlara müdahale edecek filmleri yukarıda çizdiğimiz çerçeve içinde üretebilir mi? Bu sorunların muhatabının halk olduğunu söyleyebiliyorsak, hem festival başarısının gereklerini yerine getirecek hem de izleyici kitleleriyle gerçek bir bağ kurabilecek, onları dönüştürebilecek filmler yapmayı nasıl başaracak?
Sinema alanında da çözüm dayanışma
Asıl sorun “festival başarısı” kalıbının altında gizli. Bir filmin festivalde başarılı olması, ödül kazanması demek. Yani diğer filmlerle yarışması, daha iyi ya da jürinin zevklerine onlardan daha uygun olması demek. Aynı “önemli sorunu” başka bir sinemacının da ele alıyor olduğunu öğrenince üzülen ya da sinirlenen yönetmenlerin olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bu algının festival sinemacılığından bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değil. Özellikle sola yakın duran ve halkın sorunlarını önemseyen sinemacıların film üretmek ve izleyiciyle buluşturmak için mevcut festival ağına muhtaç olması, onların sanat aracılığıyla “halkın düşmanları”yla mücadele etmek yerine, birbirleriyle rekabet etmesi sonucunu doğuruyor.
Bu yüzden sorunun özünün gişeden farksız, hatta iki yüzlü karakteri nedeniyle daha tehlikeli bir rekabetçilik olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu iki yüzlü rekabetçi anlayışa bireysel karşı çıkışlar, çoğunlukla çarka bir yerden dahil olmaları dışında etkisiz kalıyor. Dolayısıyla hayata soldan bakan sinemacılar olarak cevabı başka yerde aramamız gerekiyor.
Hayatın her alanında olduğu gibi sinema alanında da ihtiyacımız olan şey daha fazla dayanışma. Yarışma kültürünün yerine dayanışmayı koymak ve bunu festivaller bazında değil sinema alanının üretiminden, dağıtımına tüm aşamalarına yaymak, dayanışmayı sinemacılar çerçevesinde tutmadan genişletmeye çalışmak mevcut “festivalci” tutumdan çok daha fazlasını kazandıracaktır.
Yeniden ‘Kısa Film Dayanışması’
BSM-Bağımsız Sinema Merkezi birçok kurumla birlikte ilki 2010 yılında “AKP’nin ampülünü kırmak için” mottosu ile yola çıkan Kısa Film Dayanışması’nı, 2014’te ISFMN (International socialist film makers network-Sosyalist sinemacılar için iletişim ağı) ile birlikte uluslararası alana da yayarak, büyüterek yeniden hayata geçiriyor.
Dünyanın her yerinden sinemacıların 2014 Haziran ayına kadar “Yaşasın Direniş” teması üzerine hazırlayacakları filmler sonraki yıl boyunca birçok ülkede salonlardan sokaklara her alanda gösterime sokulacak.
Kısa film dayanışması ile ilgili ayrıntılı bilgi ve katılım için ISFMN internet sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.
Kısa Filmciler Dayanışması Manifestosu
Bazıları “kısa film metrajı, süresi kısa olan filmlerdir” der, bazıları “bu bir üslup meselesidir” der, bazıları “öğrenci filmleridir” der, bazıları ise “sıkıcı, kötü filmlerdir” der. Kısa film için herkes bir şeyler söyler. Birileri cemaatleri, birileri şirketleri, hatta bazen birileri iktidarları için kullanmak isterler kısa filmi. Kısa film bazıları için sıçrama tahtasıdır, bazıları için bir hobi, bir eğlence; bazıları için çok önemsiz, bazıları içinse “ne olduğu belirsiz bir şey”dir.
Bizse diyoruz ki;
Kısa film bankaların kasalarına ya da dar karanlık kafalara sığmayacak kadar büyüktür.
Kısa film özgürlüktür. Sermayedarlardan, yapımcılardan, sponsorlardan, her türlü dogmatizmden, baskıdan özgürlüktür.
Kısa film cesarettir. Tüm yasaklara, kısıtlamalara, korkulara, çaresizliklere rağmen içinden geçeni söyleyebilme, gerçekleri bağırabilme cesaretidir.
Kısa film gerçeklerimizdir. Yaşadığımız yer, konuştuğumuz insan, dokunduğumuz el, düştüğümüz çukur, yüzdüğümüz deniz, yediğimiz dayak, yattığımız yataktır.
Kısa film hayallerimizdir. Düş kurabilme ve o düşlere herkesi katabilme yeteneğimizdir.
Kısa film “karanlığa karşı” gelecek güzel güneşli günlerimizdir.