Hayattan Kaçışla Zamanı Anlamak Arasında Gençler ve Sinema
Gençler, sinemayla nasıl bir ilişki kuruyorlar? Filmleri, oynadıkları bilgisayar oyunlarının interaktif olmayan biçimleri olarak mı görüyorlar yoksa “interaktif bir oyun” olan hayata sağlam bir müdahale olarak mı?
“Gençlik” konusunda yaş tartışmasına girilirse çıkılmaz; “kim gençtir, kim değildir” meselesi peşinden “ruhun yaşı mı, bedeninki mi” sorusunu da beraberinde getirir. İnsanlığın çözemediği ve genellikle otuzlu yaşlarda mevzuu bahis olan bu meselede biz hem bedeni hem de ruhu her yöne eğilmeye müsait yaş bir ağaç gibi olanları değil “yaş olmasa da nemli” ağaçları konu edindik. Kanı deli akanları, “bizim zamanımızda böyle miydi?!” sorusunun günlük abonesi konumundaki liselileri merkeze aldık. Tabii ki “gençler”in sadece okuluna devam edebilenler ve İstanbul’dakilerden ibaret olmadığının farkındayız ve sadece genele dair bir gösterge olması derdindeyiz.
Bir Endüstri Meslek Lisesi ve bir Anadolu Lisesi’nde elliye yakın öğrenciyle gençleri, geleceği ve sinemayı konuştuk, beraber filmler seyrettik.
Bu iki okul türünü farklılıkları anlayabilmek için seçtiysek de her iki okul türündeki öğrencilerin günümüzde aranıp da bulunamayan “ortak zeminde buluşma” işini en azından sinema konusunda çoktan hallettiklerini gördük. Yetişkin görünümlü çocuklar olduklarından mıdır bilinmez en çok ilgi duyulan filmler fantastik tür ve bilim-kurgu türü. Gerçek olanın uzağında gezinmek, gençlerin kendi güncel gerçekliklerinden kaçışın da bir göstergesi. Genellikle dört duvar arasında geçen ve bir memurunki kadar rutinleşerek bölünmüş okul yaşamının ritmikliği, aşılması gereken parmaklıklar gibi. Filmlerde kendilerini seyretmek istememeleri, kendileri gibi yüzlercesiyle zaten vakit geçiriyor olmalarından ileri gelebilir. Fakat sinemayı hızlı yaşamlarının neresine koyduklarına dair sorulan soruya “eğlenmek” diyenlerin ezici çoğunlukta olmaları akla piyasanın hakimiyetini getiriyor.
Seçtikleri filmlerin çoğunun yönetmenini tanımayan ve daha da ötesinde filmlerin temelde yönetmen tarafından var edildiğini, kitap ve yazar arasındaki ilişkinin film ve yönetmen arasında da geçerli olduğunu tam olarak bilmeyen gençlerin sinemasal atmosferini hangi parametrelerin belirlediğine gelince iş daha da piyasaya ve “entertainment” sinemasına teslim olmuş gözüküyor. “Star” oyuncuların yönetmeni, film türünün oyuncuları solladığı seçme işleminde parametre ne kadar üst başlıkta olursa sinemasal soluk o kadar piyasaya teslim oluyor. Öğrencilerin yaptığı “en beğenilen” listelerinde “Matrix”i bile gördüğümüzde “en azından bir gerçeklik sorgulaması var” diye sevindiğimiz oldu.
Fantazya ve bilim-kurgu dışında komedi türünün egemenliği yine eğlence ve gerçekten kaçışa, rahatlamaya denk düşüyor. Fakat piyasa bu konuda yeterince sağlam üretim yapamıyor ve gençler bu konudan rahatsız görünüyorlar. Komedi denilince filmden vazgeçip ilk soluğu stand-up kayıtlarında arayan gençlerin bu anlamda yerli-yabancı ayrımını unuttukları söylenebilir. Bunun dışında ezici bir yabancı sinema arayışı var. Bu da var olandan kaçışın uluslar arası boyutu olsa gerek. Yerli filmlerden “Hababam Sınıfı” serisi ve Kemal Sunal’lı filmlerin bilinmesi 90’larda TV’lerdeki yerli film bombardımanıyla açıklanamıyor çünkü bahsettiğimiz gençler 95’ten sonra doğmuş olanlar. Hababam Sınıfı, bu kez gerçeklik içinde kalıpları kırmaya denk geliyor ve gençlerin beğenisini bu şekilde kazanıyor sanki.
Film seçimlerinde göze çarpan diğer parametreler IMDB puanlaması ve Oscar Ödülleri. Akademi ödülleri dışında takip edilen festival sayısı çok az ve İstanbul Film Festivali’nin “Altın Lale”si bilinmiyor ve ilk duyulduğunda da bazı esprilere konu olabiliyor. Okul dışında bir kültür ortamında vakit geçirebilenlerin sayısı çok kısıtlı ve okullardaki kulüpler, neredeyse hiç çalış(a)mıyor.
Beraber izlediğimiz filmlerin başında sinemasal sihirbazlıkları, gerçekçiliği, sert eleştirisi ve komikliğiyle Chaplin filmlerinden “Modern Zamanlar” ve Büyük Diktatör” geliyor. Bu iki film, “bizim zamanımızda hiç böyle olmayan” gençlerin aklını başından almaya yetti. Fantazya düşkünlüğünü, efektif görüntü zenginliğine merakı ve eski olanı “geçmiş” diye küçük görmeyi çöplüğe yollayan Chaplin, 2013 Türkiye’sinde her kesimden genç için sinema yapmaya çalışanları ünlü bastonuyla dürtüyor.
*Kutular (öğrencilerden laflar)
Özkan: “Aksiyon filmlerinden hoşlanırım, komediyi severim bilim kurguları izlerim fakat beynimi yoruyor”
Umut: “Bir film çekmek istesem ülkede yaşanan sıkıntıları kişilerin insanlara bakış açılarını anlatırım. Mesela, Türkiye’de Alevilere bakış açısı; Alevilik sapıklık ve hakaret olarak algılanıyor bunun bir yalan bir safsata olduğunu bazı insanların çıkarları için bunu yaptığını anlatırdım ama bu tabi ki direk konuya girerek değil. Direk konuya girince bu tarz filmler tutmuyor. Güldürürken düşündüren tarzda yapardım.”
Tuğba: Zvyagintsev’den “The Return – Dönüş” filmini izlerken “bu sanat filmi galiba, baksana nasıl yavaş ilerlediğine!”
İpek: “Modern Zamanlar”ı izlerken, “Başka hangi filmleri var, yanınızda varsa bende harddisk var…”
Umut: “Nuri Bilge Ceylan’ı tanırım Cannes Film Festivali’nde ‘Yalnız ve güzel ülkem’ lafıyla. Filmlerinde güzel konular işliyor ama biraz durağan; ‘Üç Maymun’, ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’, ‘Uzak’. Zeki Demirkubuz’u, ‘Yeraltı’ filminden tanıyorum insan yalnızlığını filme iyi yansıtıyor.”
Aykut Emre Al – soL
(36)