“Festival filmi” mi? kalsın!
“Festival filmi” kavramı çoğu zaman kullanıcılarını iki uca savuran, artık kalıplaşmış bir niteleme sıfatına dönüştü. Fazla dillendirmeseler de “entelektüel” meziyetleri olanların kendilerini popüler filmlerden ayırdıklarının güçlü göstergelerinden biri olan kavramımız aslen entelektüellere “entel” gözüyle bakanlar tarafından “kötü söz” niteliğinde kullanılıyor.
Aynı olaya ayrı ayrı tanık olup da o anda bi’şey anlamayanlar veya olaya tepki veremeyenler, kendilerini güvende hissettikleri ilk anda ses tonlarını da ayarlayıp “vallaha” ile başlayan tepki cümleleri kurmaya başlarlar ve ardından ayrı tanıklıklar mısır patlağı gibi benzer sözlerle ortaya dökülür ya “festival filmi” seyredenlerin çoğunda da bu semptomlar sabittir. Filmden çıkılır, bir sessizlik hakimdir. Sonrasında bu sessizlik “yani bilmem..” diye sonlanmaya başlar. Bunlar aslında film hakkında sessiz bir iki kişi daha bulunduğunda patlamaya dönüşecek homurtulardır. “Bir Zamanlar Anadolu’da” filminden çıkarken bile merdivenlerde bu homurtuları sıkça işitmiş biri olarak Tarkovskiy’nin filmlerini vizyonda izlemiş olsaydık sonrasında nasıl “iltifatlar” duyardık kim bilir. Rus yönetmen Zvyagintsev’in The Return (Dönüş) filmi bile “festival filmi” ilan edilmişti. Sinema konusuna uzaktan bakanlar için Amerika ve “normal film” birbirine daha da yaklaşıyor. Fakat David Lynch filmlerini mısırını patlatıp izlemeye koyulanlara “festival filmi” kavramı da yetmiyor. Bu filmlerin hiçbiri “sınırları zorlayan” filmler değil aslında. Anlatımı ve anlattığı, bütünsel ve tanıdık. Carlos Reygadas’ın “Japonya”sı veya Godard’ın “Serseri Aşıkları” kötü sözü hak etmez belki ama herkese de hitab etmediği de doğrudur. Fakat kavramımız zaten onlarla ilgilenemiyor bile. Kameranın objeye yavaşça yaklaştığı ve diyalogsuz çevre seslerin duyulduğu bir planın 30 sn.’yi geçtiği her film “festival filmi” olmaya aday görülüyor…
Peki filmden sonraki bu tatminsizlik hali neyin nesidir? “Festival filmi” her zaman mı anlaşılması zor olmak zorundadır? Tatmin olmayanlar büyük ihtimalle sadece tatmin olmayı bekleyenlerdir.
Neden bile bile bu “kötü huylu” filmler izlenir de sonrasında krizlere girilir? Çünkü yaratıcı sinema çalışmalarıyla popüler olanlar arasında sanıldığından da geniş bir kitle vardır aslında. Ya popüler olanda karar kılınacaktır ya da tamamen “bataklığa” saplanılacaktır.
Açıkçası “festival filmi” kavramı, anlaşılması kolay, hazmı rahat, eğlendiren ve haz veren filmlerden hoşlanıp da tavsiye üzerine bu tür filmleri izleyip kendi güvenli sularına dönenlerin sıkça kullandığı bir kavram. İşin garip tarafı çoğu kişi bu filmleri izlemese dahi bu kavramı basit bir sıfata denk gelecek biçimde rahatlıkla kullanıyor: “sıkıcı”. Burada düşünsel zora başvurma, bu tür filmlere karşı toplu linç şeklinde ortaya çıkıyor fakat bu filmlerde sıkılanlar, ışıklı popüler dünyalarda izlediklerinin aslında “festival filmleri”nde sınırları aranan ve zorlanan sinema sanatının “artıklarını” seyrettiklerini unutmamalı.
Aykut Emre Al – soL
(77)