BUZ HOKEYİNDE SOĞUK SAVAŞ: KIZIL ORDU
Onur Keşaplı
soL
Son on yılda kapitalizmin bir türlü çıkış yolu bulamadığı ekonomik krizler, beraberinde “başka bir dünya mümkün mü?” sorusunu soranların sayısında küresel ölçekli bir artışa sebep oldu. Bu soruya dolaylı ya da dolaysız olarak “hayır” yanıtı verenlerin arasında ABD sinemasının olmaması düşünülemezdi. Daha çok Çin Halk Cumhuriyeti ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne uzanan bir uzak Asya kötülemesinin seçkileştiği filmler çoğunlukla gişe odaklı çiğ ve hafif filmler olarak öne çıktı. Diktatörle Görüşme ve Kızıl Şafak gibi saçmalıkları katabileceğimiz bu koronun dışında kalan ve Sovyetlere odaklanırken konuya nispeten daha ciddi yaklaşan örnekler de görülüyor. ABD’de yaşan Rus göçmeni Gabe Polsky’nin ilk gösterimi geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nde yapan belgeseli Kızıl Ordu, bu toplamda yer alıyor.
Belgeselin ilgi, merak, endişe, kudret uyandıran adının altında, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ulusal buz hokeyi takımı yer alıyor. Özellikle 1980’lerdeki kadrosuyla tüm zamanların en iyisi olarak kabul edilen Kızıl Ordu’nun, Batı gözüyle hikâyesini anlatan yönetmen, kaba bir kötüleme yerine incelikle bir seyir sunuyor ancak bu yöntem asıl amacın her halükarda Sovyetler kötülemesi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sadece Kızıl Ordu’nun değil hokey tarihinin belki de en iyi oyuncusu Viaçeslav Fetisov’u akışın omurgası olarak seçen belgesel, dönemin öne çıkan isimlerinin hala hayatta olmasının faydasıyla ağırlıklı olarak söyleşilerden gelen tanıklıklarla ilerliyor. Sovyetlerin buz hokeyinde nasıl dünya devi olduğunun tarihçesi verilirken, kuruluş aşamasında Stalin’in öncü olduğu ve Sovyetlerin hokey aracılığıyla ülkelerini dünyanın en iyisi olarak gösterme gayretine girdiği, sanki tüm bunlar büyük kötülüklermişçesine aktarılıyor. Sovyet disiplini komünizmin bireye olan düşmanlığıymışçasına verilmesi ise artık klişeleşmiş bir tercih. Ek olarak Kızıl Ordu’nun eğitiminde alışılageldik yöntemler dışında sporcuların taktiksel ve düşünsel açıdan fark yaratmak için Anatoli Karpov gibi büyük üstatlardan satranç, fiziksel ve estetik üstünlük içinse Bolşoy yönetmenlerinden bale öğrenmeleri belgeselin şaşırtıcı belgelerinden. Anatoli Tasarov’un şekillendirdiği bu benzersiz hazırlığı neticesinde pasa dayalı hücumuyla Sovyetler Birliği ulusal buz hokeyi takımı toplamda 22 dünya şampiyonluğunun dışında katıldıkları 9 olimpiyatta alınan 7 altın madalya ile gerçekten de tarihin gördüğü en güçlü hokey takımı olduğunu kanıtlıyor. ABD’nin ulusal ligi olan NHL takımları ile gösteri maçları yapıp ezici üstünlüğü kulüpler bazında da gösteren Kızıl Ordu’nun bu üstünlüğü belgeselin iki ana hattından ilkini oluşturuyor. İkincisi ise tahmin edileceği üzere meselenin politik yönüyle ilerleme gayretinde.
On yıllara uzanan bu büyük başarı öyküsünde Fetisov’un kuşağına odaklanılmasındaki asıl gerekçe, o dönemki kadronun heybetinden öte söz konusu kuşağın Sovyetlerin çözülme süreci ile birlikte NHL’de oynama arzusu ve bunun zor yoldan gerçekleşebilmesi. Filmin “özgürlük düşmanı komünizm” söylemi de buradan yol alıyor. Sovyetler Birliği’nin gündelik yaşamına dair görüntüler ise “Batı gözüyle Doğu”nun bir başka sürümü olarak artık bıkkınlık getiren soğuk, sıkıcı adeta yaşamsız görüntülerden oluşuyor. Yönetmenin bu yöndeki çabası ise bizzat sporcuların söyleşileriyle darbe alıyor. Özgür olmadıklarına dair ısrarla sorulan yöneltici sorulara Fetisov ve takım arkadaşlarının verdiği yanıtlar pek de Batının duymak isteyeceği yanıtlar olmuyor. Özellikle takımlarının ikinci çalıştırıcısı Viktor Tikonov ve kimi kurmaylarla ilgili eleştirilerini sakınmamalarına karşın oyuncuların yurtseverliklerini yitirmeden ülkelerine pek de toz kondurmak istemedikleri yaptıkları açıklamalardan anlaşılıyor. Hatta bir noktada Fetisov’un yönetmene tatlı/sert çıkışarak yok yere ülkelerini kötületmeyeceklerini söylemesi belgeselin “mizahi” dokusunu şekillendiriyor. ABD’deki meslektaşlarının aldıkları yüklü ücretler 1980’lerin sonunda Sovyet oyuncuların bir bölümünü etkilemeye başlıyor ve Gorbaçov’un açılımları eşliğinde Kızıl Ordu oyuncularına NHL’de oynama şansı doğuyor. Kolektif bilinçle yukarıda not düştüğümüz derinlikle eğitim görmüş Sovyet sporcuların, aşırı bireyci ve gösteri amaçlı ABD takımlarına ayak uyduramaması, Fetisov’un bile maruz kaldığı dışlanma ve Rus matruşka bebeklerinin hokey topu paklarla parçalandığı reklamların TV’lerde dönüşü, ABD macerasının idealize edildiği gibi olmadığını gösteriyor. Taraftarların ve çalıştırıcıların bile artık istememeye başladığı oyuncular, 1990’ların ortalarında ulusal takımlarını andıracak bir birliktelikle Detroit Red Wings takımında buluşuyor ve eski Kızıl Ordu yıldızları, Kızıl Kanatlar adlı bu yeni takımda iki yıl üst üste Stanley Kupasını kazanarak bir kez daha gelmiş geçmiş en iyi kadro olduklarını herkese gösteriyor.
Hokeyi bıraktıktan sonra Fetisov, Putin’den gelen spor bakanlığı teklifini, dağılan ülkesinin bu sporda yeniden söz sahibi yapma arzusuyla kabul ediyor ve bazı takım arkadaşlarıyla birlikte uzmanı olduğu işe koyuluyor. Sonuç olarak baktığımızda ortada Sovyetleri eleştiri tahtasına oturtmaya çalışan ancak şartlanmış izleyiciler dışındaki genel çoğunlukta belki de yönetmenin düşündüğünün aksine Sovyet disiplinin inşa ettiği ve kazandığı uzun soluklu bir başarı öyküsü hissi uyanıyor. Belgeselin teknik açıdan bir yenilik taşımak bir yana fazlasıyla düz akışına rağmen Cannes’a davet edilmesi ve izleyiciler nezdinde büyük bir ilgiyle karşılanması biraz da Kızıl Ordu’nun yenilmezliğinde yatıyor gibi.
(27)