BSM Ne Yapmak İstiyor?

Sinemanın gerçeklikle kurduğu en yüzeysel ilişki, yani kameranın nesnelerin hareketli görüntülerini kaydediyor oluşu bile sınırlı da olsa bir tanıklığın kapılarını açmaktadır. Ama sinemanın çağın tanıklığını üstlenmesi bu sınırlı ilişkinin çok daha ötesine geçti. Sovyetler Birliği ayakları üzerinde dikilmek, yeni insanı kurmak için mücadelesini sürdürürken filmler bu yeni insanı mücadele edenler arasında aramaya başlamıştı bile. Hitler faşizminin ayak seslerini dışavurumcu Alman sinemasında duymak, kendisini ‘İradenin Zaferi’nde görmek mümkündü. Yeni Gerçekçi sinemacıların anlattığı, faşizme direnen İtalyan halkının ta kendisiydi. Hollywood bilimkurgularında uzaylı dehşetiyle karşılaşanlar, Soğuk Savaş’ın komünizm korkusuyla yaşayan nesillerini gösteriyordu bize. Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin emperyalizmin kıskacında ne hale geldiğini en çıplak haliyle bu ülkelerin sinemacıları anlattı. 60’larda kapitalizmin merkezlerinde isyan dalgaları yükselirken filmler de direnenlerle beraber saf tutuyor, ilerici güçler geri çekilirken en gerici filmler kendi yollarını açıyordu. Tek tek saymamızın mümkün olmadığı her çalkantının, yükseliş ve alçalışın, hemen her durgunluğun sinemada doğrudan ya da dolaylı karşılıkları oluyordu.

Peki, “sinema nedir?” sorusunun cevabı sadece bu mu? Bir eğlence endüstrisinden ibaret olduğunu söyleyen yaklaşımı bir kenara bıraksak bile, sadece çağın tanıklığı, yakın tarihe farklı açılardan bakmak için bir dizi fırsat, gerçekliğin farklı yönlerine göz gezdirmenin aracısı mı sinema filmleri? Oysaki Sovyetler Birliği yeni insanı kurarken filmler sadece onları aramıyor, oluşmalarına katkı koyuyordu. İradenin Zaferi sadece Nazizm’i egemenlerin gözünden yansıtmıyor, bu yansımanın filmi izleyenlerin zihninde kabul edilmesine aracılık ediyordu. Yeni Gerçekçi sinemacılar savaş sonrası İtalya’nın sıradan insanlarını ve onların sorunlarını göstermekle kalmıyor, bu sorunların anlaşılmasının ve çözüme giden yolların tartışılmasının olanaklarını araştırıyordu. Soğuk Savaş’ın Hollywood bilimkurguları, anlattıkları insanları yaratmanın da en önde gelen araçlarındandı. Üçüncü Dünya sinemacıları, sinemayı sadece emperyalizmi ve etkilerini anlatmanın bir aracı olarak değil, onla mücadele etmeye yönelik bir silah olarak da görüyorlardı. 60’larda başka bir dünya mümkün diyenler, bu çabanın bir unsuru olarak önemsiyordu “başka bir sinema da mümkün”, demeyi.

Açık ki, “Sinema nedir?” sorusuna verilebilecek çok sayıda cevap mevcut. Bu cevapların birbiriyle çelişmesi yanlış oldukları anlamına gelmez. Aksine sinemanın bir sanat dalı ve dev bir endüstri olarak gelişkinliği, çok sayıda doğru cevabın bir arada ve çelişkiler içinde varlığına olanak sağlamaktadır. Sinema aynı anda hem aşkın bir sanat hem de en bayağı zaman tüketme aracı olabilir. Benzer şekilde hem aydınlanmanın hizmetinde bir silah hem de uyuşturmaya ve gerçeklerin üstünü örtmeye yönelik bir sis perdesi olarak icra edilebilir. Kuşkusuz benzer cümleler başka sanat dalları-kültür endüstrileri için de kurulabilir. Ama kitlelerle buluşma kapasitesi ve çelişkilerde sürüklendiği uçların mesafesi ile sinema ayrı bir yerde tutulmayı hak etmektedir.

Sinema filmlerini üretenler ve sinema üzerine yazıp çizenler bu çelişkili- çok yanıtlı “sinema nedir?” sorusuyla beraber farkında olarak ya da olmayarak “sinema ne olmalıdır?” sorusunu da yanıtlamaktadırlar. Çekilen her film, sinema üzerine yapılan her akademik çalışma, her film eleştirisi bilinçli ya da bilinçsiz, doğrudan ya da dolaylı olarak bu soruya verilen bir cevaptır. Bu soru, bir sadeleşme sorusudur. Sinemanın ne olduğuna verilen cevaplar birer durum değerlendirmesiyken, ne olması gerektiğini tartışmak estetik, etik, ekonomik ve politik değer yargıları doğrultusunda bir müdahale çağrısıdır.

BSM’nin (Bağımsız Sinema Merkezi) üzerinde yer aldığı zemin tam da bu son tartışmanın gerçekleştiği zemindir. BSM, ürettiği filmlerle müdahale çağrısına başlı başına bir yanıt olduğu gibi tartışmanın belli bir perspektiften ilerletilmesi için de alan açmaya çalışmaktadır.

Sinemayı sadece sinema sanatının kendi sınırları dâhilinde tartışmak mümkün mü? BSM, bu soruya olumsuz yanıt veren sinemacıların bir araya geldiği bir kolektiftir. Temel sorun, kapitalist sistemde sinema sanatının sıkıştığı alanın dışına çıkabilmek, sinemacıların bu sıkışmışlığı aşabilecekleri araçların inşasını tartışmak ve gerçekleştirmek olarak tanımlanabilir. Bu tanımlama, açıklanmaya muhtaç üç öğe içermektedir: Kapitalist sistemde sinema nasıl bir alana sıkışmıştır? Bunun dışına çıkmak ne demektir? Bu çıkışın araçları nelerdir ve nasıl inşa edilebilir?

Kapitalizm ve Sinema
Sinema endüstrisi, üçayaklı bir yapı üzerinden işlemektedir. Bunlar üretim aşaması, dağıtım ve gösterimdir. Film analizleri hemen her zaman bu süreçler üzerinden erişilen son çıktıya, yani filmin kendisine odaklanırlar. Oysa bir filmin nasıl üretildiği ve izleyiciye nasıl ulaştığı, o filmin asli bir unsurudur. Bu yüzden, kapitalizm koşullarında sinema sanatının durumunu tartışabilmek için, bu üç unsuru bir arada ele almak gerekmektedir.
Kapitalizm koşullarında sinema filmi, ticari bir üründür. Bir filmin ortaya çıkarılması belli bir sermaye gerektirir. Bu sermayenin film üreticilerinin hizmetine sunulmasının temelde üç nedeni olabilir: Doğrudan kâr beklentisi, orta ve/veya uzun vadeli farklı türde çıkarlara hizmet etmesi ya da filmin ideolojik olarak işlevselliği.
Sinema salonlarında karşımıza çıkan filmlerin büyük çoğunluğu, kâr beklentisi ile üretilen filmlerdir. Özellikle büyük yapım şirketleri güncel eğilimler doğrultusunda hangi filmlerin izleyici çekeceğini araştıran birimlere sahiptir. Daha küçük yapım şirketleri de benzer araştırmaları gerçekleştirirler. Bu alanda filmlerin sahip oldukları nitelikler değil geniş izleyici kitlelerinin beklentilerine uyum ön plandadır. Nitelikler, beklentilerin hizmetindedir. Daha çok izleyici çekebilecek, dolayısıyla daha çok sinema salonunda gösterime girebilecek filmler, tekelleşmenin ciddi boyutlarda olduğu dağıtım alanında büyük aktörlerin dikkatini çekecektir. Büyük dağıtımcıların dünyanın hemen her yerinde büyük salon zincirleriyle anlaşmaları bulunmaktadır.

Büyük gişe filmleri kadar iddialı olmayan, daha mütevazı filmlerin de dağıtım ve gösterim şansı bulmasına sık rastlanır. Bu, çok farklı değişkenlerin devreye girebildiği karmaşık bir kategoridir. Bir dönem ABD’de büyük stüdyoların desteklediği ya da doğrudan sahibi olduğu küçük stüdyolar birbirine çok benzeyen aile ve gençlik filmleri üretmiştir. Başka bir dönemde de bağımsız film olarak tanımlanan, ama yine benzer sahiplik ilişkileri bulunan stüdyoların çektiği, duygusal ve insan ilişkilerini merkeze alan filmler furyası yaşanmıştır. Düşük maliyetli ve sürpriz çıktılara gebe bu tür filmlerin endüstrinin imdadına yetişmesi sık rastlanan bir durumdur. Bir yandan da yatırım olarak riskli, ama kurumsal imaja katkı sağlayacak ve stüdyoların saygınlığını arttıracak filmler de dönem dönem desteklenmektedir. Bu tür yapımlar orta ve uzun vadede çıkar sağlayacak işler olarak görülmektedir. Son olarak, tanınmış festivallerde öne çıkan filmler de zaman zaman yaygın gösterim şansı bulabilmektedir. Kendi özel izleyici kitleleri vardır ve bu filmler de büyük gişe filmleri kadar olmasa da geniş bir pazara sunulurlar.

Başta Hollywood olmak üzere gelişmiş kapitalist ülkelerin sinema endüstrileri, küresel ölçekte örgütlenmektedir. Bir yandan da genel olarak medya şirketlerinde tekelleşme eğilimi artmaktadır. Tekelleşme eğilimi çeşitli türlerde bütünleşmeleri getirmektedir. Ön yapım aşamalarından satış aşamasına kadar tüm süreçleri yürütebilecek şirket ayaklarına sahip olmayı içeren dikey bütünleşme hala yaygındır. Farklı tür medya şirketlerine sahip olma anlamında yatay bütünleşme, bir ana şirket içinde farklı medya türlerinin bir araya getirilip sinerji yaratılmasını amaçlayan medya-aşırı bütünleşme ve farklı sanayi kollarında hatırı sayılır hisseye sahip şirketlerin medya şirketlerine de sahip olması anlamında sanayi-aşırı bütünleşme, diğer bütünleşme türleridir. Mike Wayne’in özetlediği bu bütünleşme türleri, kapitalizm içinde sinema sanatının sıkışmışlığının bir türünü anlamak için önem taşır. Farklı tür bütünleşmeler, başlı başına bir sorun olan filmlerin kar getiren ticari ürünler olması zorunluluğunun yanına, diğer medya türleri ve çeşitli sanayilerle ortak sahiplik ilişkileri neticesinde kapitalizmin genel çıkarlarına uygunluk zorunluluğunu da eklemektedir.

Bu sahiplik ilişkileri, geniş kitlelerce takip edilmesi ve dramatik bir sanat olarak mesajları kabul ettirme gücü bir araya gelince sinema ideolojik anlamda en önemli medya, sanat ya da kültür endüstrisi dallarından biri haline gelmektedir. Bu yüzden ciddi kâr sağlamayacak ya da sermayedarların orta ya da uzun vadede maddi çıkarlarına doğrudan hizmet etmeyecek pek çok film fonlanmakta ya da çeşitli araçlarla desteklenmektedir. İdeolojik alanın karmaşıklığı, basit bir şablon oluşturarak filmlerin ideolojik konumunu tespit etmeyi zorlaştırmaktadır.
Kapitalizm koşullarında sinema sanatının sıkışmışlığı, bu sahiplik ilişkilerinin dışında film yapmanın zorluğundan ileri gelmektedir. İdeolojik olarak kapitalizmin geniş çıkarlarıyla uyumsuz filmler ancak istisnai olarak üretilebilmektedir. Bu üretilen filmlerin dağıtımı ve gösterimi ise sıkıntının daha da arttığı alanlardır. Yine de en beklenmeyecek yerlerden bile bu çemberi yırtabilen filmler zaman zaman çıkmakta ve izleyicilere ulaşmaktadır. Bununla yetinmek mümkün müdür? En güçlü sanat dallarından bir tanesinde bireysel çabalarla, şansın yaver gitmesiyle ya da onlarca yılın birikiminin son bir nefes olarak bırakılmasıyla bizim sinemamız diyebileceğimiz az sayıda filmin üretilmesi yeterli midir? BSM’nin bu soruya cevabı olumsuzdur.

Sinema ve Kapitalizm
Sinema sanatının sıkışmışlığı, aynı zamanda sinema yapanların sıkışmışlığıdır. Peki, bunu kırmak ne demektir? İşçi sınıfının tarihsel çıkarlarını savunan ve insanlığın eşitlikçi-özgür geleceğine giden yolun bu çıkarları savunmaktan geçtiğini düşünen BSM sinemacıları için bunu kırmanın nihai yolu kapitalizmi ortadan kaldırmaktır. Sanatsal, kültürel ve düşünsel üretimin sermaye sahiplerinin çıkarları doğrultusunda baskılanmadığı, manipüle edilmediği bir dünyada böyle bir sıkışmışlıktan söz edilmeyecektir. Böyle bir dünyada film yapmak ve onu izleyicilerle buluşturmak bir lüks olmaktan çıkacak, insanlar istedikleri filmleri üretmekle hayatını insani koşullarda idame ettirmek arasında seçim yapmak zorunda kalmayacaktır. Sinema yapanların sıkışmışlığı sona erdiğinde, sinemanın sıkışmışlığı da ortadan kalkacaktır.
Sinema sadece bir eğlence ya da tanıklık değil, aynı zamanda bir müdahaledir demiştik. Eğer sinemacılar ya da sinema üzerine çalışanlar aynı zamanda başka bir dünyanın kurulması mücadelesine katkı koymak istiyorsa, sinemanın müdahale eden yönünü bu mücadelenin bir aracı haline getirmek gerekiyor. BSM’nin “sinema ne olmalıdır” sorusuna güncel cevabı budur: Sinema, işçi sınıfının tarihsel çıkarlarının hizmetinde bir silah olmalıdır. Sinema, insanlığın ortak geleceğinin eşitlikçi ve özgür kılınması yolunda gerçekliğe müdahale etmelidir. Sinemacılar, böyle bir sinemaya burun kıvıran burjuva düşüncesine direnmelidir. İşçi sınıfının mücadelesine katkı koyacak bir sinema, niteliksiz olamaz. Böyle bir sinema kuru, güçsüz ya da sıkıcı olamaz. Tam tersine sinema tarihi boyunca kolektif olarak öğrenilen her şey; tüm anlatım araçları ve teknik ilerlemeler bilinçli bir şekilde bu sinema anlayışının hizmetine sokulmalıdır.
Kapitalizm koşullarında ideolojik tuzaklara düşmeden işçi sınıfının çıkarlarına hizmet eden bir sinema neyi anlatmalıdır? Bu sorunun elbette yüzlerce cevabı vardır. Yine de daha genel bir cevap bulmak istiyorsak soruyu bir üst genellik düzeyinde yanıtlamak gerekir. Kapitalizm koşullarında işçi sınıfının çıkarlarına hizmet eden –pek çok noktada iç içe geçen kavramlar oldukları halde- herhangi bir kültürel, sanatsal ya da düşünsel ürünün nesnesi kapitalizmin üretim ilişkileri olmalıdır. Burada kastedilen dar anlamıyla bir ekonomik sistem olarak kapitalizm değil, bunu da içerecek şekilde en geniş çerçevede tüm bir üretim tarzını ifade eden anlamıyla kapitalizmdir. Kapitalist üretim tarzının üretim araçlarıyla beraber başat öğesi olan üretim ilişkileri, çağımızdaki tüm insan ilişkilerini kapsamaktadır. Sanat ve düşün ürünleri, insanların duygusal ve düşünsel yönlerine seslenir. Dolayısıyla bu ürünlerin insanlığın eşitlik ve özgürlük mücadelesine yapacakları en büyük katkı, insanlara kapitalizmin nasıl işlediğini, insan ilişkilerinin nasıl şekillendiğini ve bunun nasıl değiştirilebileceğini hissettirmek ya da göstermek olacaktır. Çünkü çağımızın egemenlerinin bu arenadaki en büyük gücü, mevcut ilişkilerin değişmezliğini vurgulamalarından, yanıltıcı görüntülerini yaymalarından ve aldatıcı noktalar üzerinden güzellemesini ustalıkla yapmalarından-yaptırmalarından gelmektedir.

Sinemaya dönersek, sinema diğer her şeyden çok ve her şeyin ötesinde insanı anlatır. Kapitalizmin kıskacındaki insanı kendisine göstermek, içinde yaşadığımız ilişkileri çerçeveleyen sis perdesini dağıtmak ve çıkış yolunu aramasını sağlamak gerekmektedir. Bu, kapitalizmi analiz ve ifşa eden bir sinemadır. Bu, işçi sınıfının sinemasıdır. Genellik düzeyini biraz daha daralttığımızda değindiğimiz hayati noktaları merkezine alan bir sinemada konu seçiminin kimilerince dillendirildiği kadar dar olmadığı görülecektir. İnsana dair olan her şey böyle bir sinemanın konusu olabilir. Farkı yaratacak olan filmi yapanların nerede durduğu, nereden baktığı ve neleri gösterdiği olacaktır.
Böyle bir sinema anlayışına devrimci sinema, işçi sınıfının sineması ya da sosyalist sinema demekte elbette sakınca yoktur. Yine de BSM’nin ismini alırken tercihini “bağımsız sinema”dan yana kullanmasının bir anlamı vardır. Değindiğimiz üzere, kapitalizm içinde sinemanın sıkışmışlığı, bu alandaki sahiplik ve çıkar ilişkilerinin egemenliğinden kaynaklanmaktadır. Bu egemenlik hem film üretiminde, hem de dağıtım ve gösterim süreçleri üzerinde kurulmuştur. BSM’ye göre Bu sıkışmışlığı aşan bir sinemanın ön şartı, söz konusu ilişkilerden bağımsız kalabilmenin yollarını bulmaktan geçmektedir.

BSM-Bağımsız Sinema Merkezi
Temel Metinler -1-