Ayzenştayn’ı yedirmeyiz!
Peter Greenaway’in son filmi Eisenstein Meksika’da, İstanbul Film Festivali kapsamında seyircilerle buluştu. Yakında ülkemizde de gösterime girecek olan filmde, eğer bilinçli bir tahrifat değilse, bizim bildiğimiz Ayzenştayn’a dair pek bir şey olduğunu söyleyemeyiz.
Peter Greenaway’in filmi, Ayzenştayn’ın 1931 yılında, Hollywood ziyareti sonrası, “Que viva Mexico” (Yaşasın Meksika) adlı filmin çekimlerini gerçekleştirmek üzere Meksika’ya gitmesi ve orada yaşadığı olayları konu ediniyor. Bu süreçte Amerika’daki yapımcısı ile finansal anlamda, kendisi, ülkesinde kendisinden haberler bekleyen yetkililer ile yaşadığı çatışmaları görüyoruz.
Film biçimsel anlamda ise adeta bir çorba. Her şeyden biraz biraz var. Denenmeyen teknik kalınmamış. Özgünlük adına, uçluk adına sınırlar epey zorlanmış. Tabi bu da doğal olarak seyrin zorlaşmasına sebep vermiş. Greenbox kullanılarak yapılan 360 derece çekimler, baş döndürücü teknik numaralar, ekranın çeşitli kereler bölünmesiyle gerçekleştirilen kurgu, filmdeki tarihi kişileri canlandıran karakterlerin ekranda belirmesiyle birlikte ekranın bölünerek tarihi kişilerin fotoğraflarının ekranın bir yanında, filmdeki karakterlerin yüzlerinin diğer yanda belirmesi; böylelikle de seyircinin kimin kimi canlandırdığını anlaması üzerine kurulu kesmeler vs. vs.
YANITI OLMAYAN SORULAR
Ayzenştayn nasıl bir sinemacıydı? Nasıl bir sinema anlayışı vardı? Dünyayı sarsan filmler yapan bu devrimci yönetmen nasıl bir duyarlılığa sahipti? Meksika’da ne çekti? Niye gitti oralara kadar?
Bu soruların hiçbirinin yanıtı filmde olmadığı gibi, filmin yönetmeni Greenaway’in de derdi bu soruların birini bile yanıtlamak değil. Film de zaten bunu açık açık söylüyor. Yönetmen ele aldığı tarihselliği, o seyahati kendi öznel yorumuyla tekrardan yaratmış. Filmin geçtiği tarihselliği dürüstçe irdelemek, yorumlamak değil derdi. Filmin derdi bu olsa “tarihsel gerçeklik” adına filmin en başlarında görünen ve daha sonra filmde hiç görünmeyen Frida Kahlo ve eşi Diego Rivera’nın Ayzenştayn’ı karşılamaya geldikleri o kısa sahneyi izler miydik?
Peki tüm bunlar yok da ne var filmde?
Filmde, Ayzenştayn’a Meksika’da rehberlik eden Palomino Canedo adında bir erkek ile porno düzeyinde bolca eşcinsel cinsel ilişki sahneleri var. Geniş yataklarda evli erkek sevgilisiyle gününü gün eden Ayzenştayn’ın hezeyanları, sanatçı tripleri var. Erkek sevgilisi ile hayatın anlamını ölüme ve sekse indirdikleri muhabbetleri var. Ayzenştayn’ın devrim Rusyası’nı bir acayip, tekinsiz bir diyar, çeşitli yoksunluklar ülkesi olarak, Meksika ile karşılaştırmaları var.
Kendisine çıkış noktası olarak, Ayzenştayn’ın film çekme maksadıyla Meksika’ya gerçekleştirdiği seyahati konu alan filmde, ironik bir şekilde ortada ne Ayzenştayn’ın çektiği film var ne de Meksika. Hatta Ayzenştayn’ın kendisi bile yok! Bunun yerine film boyunca ortalarda yarı çıplak dolaşan, Ayzenştayn’a fiziksel olarak benzeyen bir ucube, kaçkının teki var. Adeta egzotik bir doğu ülkesine gerçekleştirdiği seyahatle özünü, gizli kalmış yönlerini, bastırılmış arzularını, çeşitli hakikatleri keşfeden batılı bir beyaz adam var. Bedensel hazların peşinde koşan, değişik şeyler deneyimlemek isteyen bir hedonist var. Sanki gerçekte Meksika’da yüzlerce kilometre uzunluğunda film çeken Ayzenştayn değildi de bir başkası idi.
DÜŞÜNDÜREN ELE ALIŞ
Belli ki Greenaway kendi Ayzenştayn’ını yaratmış. Bunu yaparken de Ayzenştayn’ı neredeyse karşı devrimci, devrime inanmayan biri olarak göstermiş. Bunu filmdeki diyaloglardan görüyoruz. Tabi filmde tabular, çeşitli dogmatik anlayışlar yargılandı mı, Soyvetlere, devrime, Stalin’ e de “özgürlükçü” küfürler edilmeden olmaz.
Bir de izleyici açısından; filmde gösterilen gereksiz çıplaklığa maruz kalmak, insani ihtiyaçların, bedensel faaliyetlerin rahatsız edici bir şekilde teşhir edilmesi, tahammül sınırlarının gerçekten zorluyor. Ve bu durum tüm filme yayılmış bir vaziyette.
Greenaway’in sinemada idol olarak gördüğü Ayzenştayn’ı bu şekilde göstermesi, ele alması gerçekten düşündürücü, öfkelendirici, sinir zıplatıcı bir durum. Bu düpedüz Ayzenştayn’a hakarettir. Eserlerine saygısızlıktır.
Ama biz biliyoruz ki; Ayzenştayn bir komünisttir, devrimcidir, sinemayı sinema yapan yaratıcılardan biridir. Bir yaratıcının sanatıyla, düşünceleriyle ilgilenmekten çok onun bedenine ve hayattaki çeşitli tercihlerine odaklanmayı yeğleyen bir anlayış olamaz, yaşayamaz.
Ayzenştayn’ı yedirmeyiz!
Bertan Eren
(55)