Ali Adnan Özgür Röportajı
Toprağın Çocukları filminin yönetmeni Ali Adnan Özgür ile söyleştik.
Bir yönetmen olarak ilk filminizde Köy Enstitüleri’ni konu almanızın nedeni neydi?
Benim dedem Köy Enstitüsü mezunu. Köy Enstitüsü mezunlarının çocukları, torunları bu kültürün içine doğarlar, bu kültürle büyürler. Biz hepimiz bunun özlemi, hayali ve umuduyla yaşarız. Benimle ilgili bir şey değil bu yalnızca, bu kurumun mezunlarının çocuklarını, torunlarını yolda çevirin, hepsinde aynı özlem vardır. Çünkü bilirler, biliriz Enstitü’den mezun insan nasıl olur. Bu yüzden de bütün toplumun, Anadolu halkının, hakların böyle olabileceğini düşünürüz hep.
Bir, ah!, deriz. Ah! Benim dedem iğne yapmayı biliyor, her sabah gazetesini okuyor, kitabını okuyor, yazıyor. Benim dedem köy çocuğu, demek ki Köy Enstitüleri kapanmasaydı bütün köy çocukları böyle olacaktı. Bu nedenle, benim ergenliğe adım attığımdan beri Köy Estitüleri ile ilgili bir şey yapma hayalim hep vardı. Hatta çok küçükken de, Köy Enstitüleri’ni kurma hayalim vardı. Öyle bir eğitim sesitemini tekrar kurma hayali… Biraz büyüyünce Nesin Vakfı gibi bir şey kurmaya küçüldü hayalim, yaş ilerledikçe proje küçüldü, 30 yaşıma gelince de ancak bir film çekmek hayaline dönüştü. Köy çocuklarına, şehir çocuklarına, ki asıl madur onlar bence, bir şeyler yapabilmenin hayali hep vardı içimde. Yaptım da.
Geçmişte olup bitmiş bir olgu olarak ele almıyor film Enstitüleri, Rakel Dink’in Hrant Dink’in ardından yaptığı “bebeklerden katil yaratan düzen” belirlemesine de gönderme yapılıyor...
Dün ve bugün aslında aynı. Uğur Mumcu’nun ’93′te yazdığı yazıları okuyorum bazan. O yazıları çıkartın bugün gazetelerde yayımlayın, hâlâ geçerli! Aynu problemler, aynı siyasi tehlikeler, aynı dine dayalı iktidarlar. Bu ülke galiba 1950′lerden beri kendini tekrar ediyor. Aynı hayatı tekrar tekrar bize yaşatıyorlar. O yüzden de bu mesele benim için dünün ya da yarının meselesi olmaktan öte Türkiye Cumhuriyeti’nin meselesi oldu. Bizim hiçbir zaman Köy Enstitüleri’nden bu yana düzgün bir eğitim modelimiz, sistemimiz olmamış. 2000′li yıllarda da Teknik Lise mezunu çocukların bir günde çıkan yasalarla hayatları karardı. İmam Hatipler bahane edildi. Şimdi 30′lu yaşlarına gelmiş insanların hakları ellerinden alındı. 4 +4 konuşuluyor bugün de. Sol ya da sağ herhangi bir iktidarın eğitim meselesine, böyle canice, katliam yapar gibi yaklaşmaması lazım. Çünkü biz tarihte bir satır olarak okuyoruz bunları ama binlerce çocuğun hayatları kararıyor.
Filminizde Köy Enstitüleri’ni Cumhuriyet Aydınlanması’nın bir kurumu olarak, bir aydınlanma ocağı olarak ele aldınız. Buna karşı filmi ideolojik olmakla suçlayan eleştiriler yazıldı. Sovyet sempatizanları yetişriyordu bu okullar, komünist yuvasıydı, kemalist diktatörlüğün kurduğu baskı yuvalarıydı. Köylü çocuklarını ana babalarına yabancılaştırıyordu… Bunlar yazıldı. İdeolojik bir film mi çektiniz sahiden?
Sanat dediğimiz şey bence zaten siyasi olmalıdır. Ama şöyle bir şeyden bahsetmiyorum: Körü körüne çekilen, AKP sempatizanı, MHP sempatizanı, CHP sempatizanı filmler elbet de sanat filmi değildir. Sinema gibi kendinden önceki 7 sanatı içinde barındıran bir sanatın siyasi olmaması ise zaten aptallıktır. Amerika kendi halkını savaşa ikna edebilmek için sinemayı kullanmış. Film endüstrisinin kurulma amacı bu. Başarmışlar da. Bütün dünya, Kore’de, Vietnam’da Amerika’nın savaşı kazandığını zannediyor. Sinema her zaman siyasi olacaktır, çok güçlü bir silahtır ve bu yüzden birileri onu her zaman kendi amaçları için kullanmak isteyecektir. Ama bizim filmimiz böyle bir film değil. Böyle olmaması için çok özen gösterdik. Daha doğrusu körü körüne bir siyasi tavır sergilememeye çok özen gösterdik. Çünkü Köy Enstitüleri çok hassas bir konu. İnsanlar çok korkuyorlar. Bir sinema eleştirmeni çok güzel bir yazı yazmış: 2012 yılında 12 Eylül filmi çekmek cesaret işi değildir. Toprağın Çocukları ise, bu konjontrürde oldukça siyasi ve cesur bir film, demiş. Keşke biz cesurca hareket etmiş sayılmasaydık! Ben bir cesaretle hareket ettiğimizi zaten düşünmüyorum. Köy Enstitüsü meselesi eğitim meselesi. Dönemin sağcıları ve solcuları tarafından siyasi bir meleseye dönüştürüldüğü için kapatılmış. Eğer siyaset konusu edilmemesi başarılabilseymiş zamanında bugün Anadolu’da bir tane cahil köylü olmazmış. Çocuğunu dağ başında doğurmaya çalışırken ölen köylü kadınlarımız kalmazmış. Okuma yazma bilmeyen köylü çocuklarımız kalmazmış. Bizim inancımız da bu. Anadolu halkını, Anadolu köylüsünü aydınlatmak. Nasıl bir aydınlanmadan bahsediyorum. Nasıl bir cehaletten? Köylü cahil değil bir kere. Köylü ile oyum neden aynı diyorlar ya! Öyle bir şey yok. Köylü senden benden akıllı. Köylü sadece biraz kanaatkâr. Hakkını savunmayı bilmiyor. Onlara sadece kendi hakkını nasıl alacağını zamanında öğretseymiş sistem, eğitim kurumları, bugün köylü böyle yaşıyor olmazdı. Avrupa köylüsü böyle yaşamıyor zaten. Fransa’da köylüler mazot fiyatlarına binde birlik zam yapıldı diye traktörlerle kesiyor yolu ve zamlar hemen geri alınıyor mesela. Böyle bir köylülük bilincinden bahsediyorum ben, ki 1940′larda daha mümkündü bu, nüfusun yüzde 70′i köylerde yaşıyordu, bugünse şehirlerde yaşıyor.
Film oldukça düşük bir bütçeyle, insanların gönüllü katılımı ve kolektif ruhla çekildi bildiğimiz kadarıyla. Köy Enstitüleri modeliyle de çakışıyor değil mi?
Aynı! Çok ilginç oldu. Google’da Köy Enstitüleri”ni arattığınız zaman 100-150 genç elden ele tuğlaları taşıyıp hep beraber bir bina yapıyorlar. Sonra de kendi yaptıkları okulda okuyorlar. Biz de hep birlikte Hasanoğlan’da tuğlaları taşıyıp, harcını karıp, sıvasını çekip, binayı yaptık, sonra yine sinema ekipmanlarını hep birlikte taşıyıp filmi çektik. Zaten bizim ekibimizin filmi bu kadar sahiplenmesinin de nedeni bu oldu. Ben hep söylüyorum, bu bir yönetmen filmi değil, bu bir ekip filmi. Toprağın çocuklarına katkı koyan herhangi birisi “Adnan’ın filmi” demez, “bizim filmimiz” der.
Senaryo oluşum sürecini anlatabilir misiniz biraz da?
Çok acı verici oldu. Çünkü neden; Büyük bir derya, bir okyanus Köy Enstitüleri. Küçük bir gölcükten bahsetmiyoruz. Ve neresinden tutacağımıza çok iyi karar vermemiz gerekiyordu. Ve tarihsel bir gerçek konusunda da yanlış yapmamanız gerekiyor. Yaparsanız birileri tokatı çarpar yüzünüze. Acımazlar hiç. Biz bu nedenle 1.5-2 sene senaryoya çalıştık. Dilşah, bizim senartistimiz dünyanın en sabırlı insanlarından biri. 16 draft senaryo yazdırdık O’na. Her draftın kendi içerisinde de a’sı, b’si, c’si var. İlk yazdığı senaryo en güzeliydi. Ama çok büyüktü prodüksiyonu, çekemedik. Bundan bahsetmezsek kırılırlar gibi kaygılarla da değiştirdik senaryoyu biraz. Tren olursa çekemeyiz, kamyonu kiralayıp sete getiremeyiz gibi müdehalelerimiz de oldu. Biraz daha basitleştirmek zorunda kaldık ve bu nedenle bazı kopukluklar oldu filmde. Ekonomik imkânsızlıklardan doğan zorunluluklar… Dilşah çok iyi bir yazar. Çok iyi bir diyalog yazarı aynı zamanda. Benim için büyük şans oldu O’nunla çalışmak.
Filmde Bertan Dirikolu’nun başarıyla canlandırdığı Jandarma Komutanı rolü, Hitler fotoğraflarına bakıyor albümden. Bu, filmin bütünü değerlendirildiğinde biraz sembolist bir anlatım olarak kalmamış mı?
Filmde aykırı duran iki karakter var. Biri Bertan’ın canlandırdığı karakter, biri de Müge’nin canlandırdığı Çingene kız Karıka karakteri. İkisi de filme dışarıdan sokulmuş gibi karakterler. İkisinin de karikatürlerini çizerek hazırlandık. Köy Enstirüleri devletçi bir yapı. Herkesin aynı kıyafetleri giydiği, okuma savaşımı verilen bir kurum. Ama diğer taraftan da belgeselden uzaklaşmak, bir sinema filmi yapısı oluşturmak için bu tarz karakterlerin yaratılması gerekiyordu. O karakterler de bu nedenle yaratıldı. Bertan’ın karakteri Enstitüler’i kapatmak isteyen her kurumun, her kişinin, ağaların, vekillerin, hatta emperyalizmin sembolize edildiği bir karakter. Çok kişilikli ve rahatsız bir karakter. Aynı dönemde Hitler 500.000 Çingene’yi öldürdü! Faşizm kötüdür, söylemini biraz kör göze parmak yaptık böylece, evet. Sinemacılar çok sevmiyorlar böyle doğrudan anlatımları ama Anadolu halkı seviyor! Çok yakın bir arkadaşım, sinemacı, çok ağır bir eleştiri yolladı bana, annesi de bir köylü kadını, galaya da geldi, arkadaşıma dedim ki “Annen filmi sevdi mi?”, “Evet çok sevdi,” dedi, “Tamam dedim. Ben filmi sana, sanat çevrelerine çekmedim ki, annen için çektim!” Benim için Anadolu halkının beğenisi, anlaması önemliydi.
Film çekimlerinden sonra, vizyona girmeden önce, atların ölümü ile gündeme geldi. Bir takım spekülasyonlar oluşturuldu. Nedir bunların doğrusu?
Biz filmde atları yarım gün kullandık. Kiralamak istedik. Zaten, azıcık düşünen her insanın fark edeceği üzere, at satın alacak paramız yoktu. Atların sahibi Zorba Ağabey de para filan almadı bizden. Ağabeylik yaptı yani. O köyün ekonomik durumu iyi olan insanlarından birisi. Filmde de oynadı ayrıca. Ölülerin olduğu sahnede var. Sonra da rahmetli oldu zaten. Set bitince atları geri verdik. O da atları salmış dışarı hava almaları için. Yerel bir gazeteci de fotoğrafları çekmiş. Bu haberin okunması için de “bu atlar Toprağın Çocukları filminde kullanıldı,” demiş. Kendince iyi niyetli, film gündeme gelsin diye yapıyor bunu. “Sizin de adınız geçerse, gişenize faydanız olur diye düşündüm” diyerek izah etti sonra, özür de diledi. 1.5-2 ay içinde çok ağır haberler yapıldı, şerefsizliğimiz de kalmadı, yemediğimiz küfür de. Atlar ölmedi sonuç olarak. Ama Zorba Ağabey öldü!
Fim vizyondan kalktıktan sonra insanlara ulaştırmak için bir çabanız olacak mı?
Elbet de olacak. Öncelikle borçlarımızı kapatmamız lazım. Sinema çok pahalı bir sanat sonuçta. Vizyondan gelen para ile borçlarımızı kapatabileceğiz sanırım. Sonrasında Anadolu’ya götüreceğiz filmi. Orada hâlâ Köy Enstitüleri’ni kötü bir yer olarak gören insanlar var. Onlara işin gerçeğini anlatacağız. Kızlarla erkeklerin fuhuş yapmadıklarını, birbirlerine âşık olduklarını ama bu âşkın çok temiz bir aşk olduğunu, birbirlerine dokunamadıklarını dahi anlayacaklar. Belediyeler gösterimler düzenliyor. Ankara’da oldu, İzmir’de oldu. İzmir’de bir başka belediye yine ücretsiz gösterim düzenleyecek. Belki yürekli bir TV kanalı da buluruz yayımlayacak. Zaten o durumda herkes izlemiş de olacak filmi. DVD’si ile birlikte köy köy dolaşıp halka gösterimler yapmak gibi bir niyetimiz de var.
(30)