Bir filmin neyle ilgili olduğu sorusu çoğu zaman net bir şekilde cevaplanamaz. Pek çok film için bu sorunun cevabı hayati önem de taşımaz zaten. Her film bazı şeyler anlatır, ama bazı filmler bunları anlatırken bir ‘şey’i derinden hissettirir. Ve bu şey, filmde maddi olarak bulunan değerli ya da değersiz her tür öğenin üzerinde o filmi var eder. Bornova Bornova’nın neyle ilgili olduğunu doğrudan tespit edebilmek ve bunu bir çeşit anahtar olarak kullanabilmek bu açıdan önem taşıyor. Çünkü filmde yer alan tüm ilişkiler, bu anahtar aracılığıyla anlam kazanıyor. Baştaki sorunun cevabı açık ve net: Bornova Bornova, işsizlikle ilgili bir film. Bu yüzden filmdeki her bir karakter ve her dramatik eylem, işsizlik durumuyla yan yana ele alındığında yerine oturuyor. Ama işsizliği de zamansallık tan ve coğrafyadan koparıp, metafizik bir yaklaşımla sadece ekonomik bir verili durum olarak ele almak da izleyiciyi yanılgıya sürükleyebiliyor. Bornova Bornova, 12 Eylül’ün eseri olan, hayatına müdahale etmekten, oturaklı ilişkiler kurmaktan aciz insanlardan oluşan bir toplumda işsizliğin yarattıklarını gösteriyor.
Önce filmin konusuna ve karakterlerine kısaca değinelim. Hakan, lise eğitimini bile tamamlamamış, gelecek vadeden futbol kariyeri de kasti bir sakatlamayla sonlandırılmış bir Bornova delikanlısı. Askerden yeni dönmüş, vasıfsız. Bir aile dostunun vadettiği taksicilik işi için bekliyor. En yakın olduğu insan, manevi abisi Salih ise hemen herkesin çekindiği mafya özentisi bir ‘mahalle serserisi’. Salih’in iyi eğitimli ve zengin bir ailenin şımartılarak büyütülmüş çocuğu olarak başladığı hayatı, henüz ergenliğe girmeden ailesinin yaşadığı maddi çöküş nedeniyle yön değiştirmiş. Yasadışı hemen her işe bulaşarak ve insan ilişkileri konusundaki başarısızlığını farklı yollardan kapatmaya çalışarak yaşamına devam ediyor. Bir yandan da Hakan’a hayat dersleri veriyor. Hakan, tanışmaya cesaret edemediği halde evlenme hayalleri kurduğu ‘düz lise’ öğrencisi Özlem’e kendi deyimiyle ‘hasta olduğunu’ Salih’e söylediğinde de bu derslerden birini alıyor. “Evlenmeyi bırak, gönül eğlendirmeye bak. ‘Senin için ölürüm de, öldürürüm de’ diye çıkarsan karşısına kızı kazanırsın” şeklinde özetleyebiliriz bu dersi. Özlem, geleceği konusunda pek iyimser olmayan ve onu ele geçirmenin anahtarını arayan bir genç kız. Ona önemli avantajlar sağlayacak bir okulda okumadığından ve geleceğini inşa etmek konusunda kendine güveni olmadığından farklı çıkış noktalarının peşinde sürükleniyor. Kendi okulundaki pek çok kız gibi Anadolu Lisesi’nden bir erkekle ilişki yaşıyor. Son ana karakterimiz Murat, geçimini. sağlamak için erotik fantezi hikayeleri yazan bir adam. Aynı zamanda Salih’in çocukluk arkadaşı. Ama Salih’in aksine öğrenimine devam etmiş ve şu anda felsefe doktora öğrencisi. Entelektüel birikimini hayatına yedirmekte ise bir o kadar başarısız.
Filmin tüm öne çıkan karakterlerinde arada kalmışlık durumu göze çarpıyor. Hakan’ın taksi şoförü olup hayatını düzene sokmak isterken bir yandan da Salih’in sorumsuz yaşantısını örnek alması; kitleden kopuk, umutsuz, değiştirebilme gücüne sahip olduğunun bilincinde olmayan ‘aydın’ Murat’ın toplumsal sorunlar konusundaki görece farkındalığıyla eylemsizliği; Özlem’in hayatını garantiye alma isteğinin sürekli önüne çıkan gururu; Salih’in saygı görme arzusuyla eylemlerinin sadece korku doğurması… Bireylerin seçimlerinin ötesinde genel bir durum olarak ‘işsizlik’, tüm bu çelişkilerin göbeğinde kendine yer buluyor.
Çünkü, karakterlerin sadece kendi seçimleriyle bu durumda olduklarını öne sürmek, toplumsal koşulları bahane ederek onları tamamen aklamak kadar gerçek dışı görünüyor. Üniversite sınav sistemini ve üniversite mezunlarının bile işsiz kaldığı –şanslı olanlarının filmdeki bakkal gibi başka bir iş yaptığı- gerçeğini görmeden ya da sorgulama ve anlamlandırma yeteneğini gençlerin elinden almaya yönelik darbe sonrası politikaları hesaba katmadan Özlem’in çelişkisini açıklayabilir miyiz? Toplumsal hareketleri şiddetle bastıran ve arkasını kesen, ‘devrimci aydın’ı sindiren ve kitleden koparan, ona değil çalışma, nefes alma alanı bile bırakmayan 12 Eylül’ü denkleme dahil etmeden Murat’ı nasıl anlayabiliriz? Salih’in Murat’a “kim olduklarını tahmin bile edemeyeceğin büyük adamlar” olarak bahsettiği uyuşturucu ticaretinin başındaki insaların yarattığı ‘istihdam’ın cazibesisini, her alana yayılan köşe dönmeci zihniyeti ve yine 12 Eylül’ün yarattığı vicdan kaybını hesaba katmadan Salih’in seçimlerini ne kadar tartışabiliriz. Üstelik çok iyi bir işe sahip babasının zirveden dibe düşüşüne tanık olduğunu bilirken.
Karakterlerin yukarıda sözünü ettiğimiz arada kalmışlığı, filme adını veren Bornova ilçesinin arada kalmışlığıyla da uyum sergiliyor . İzmir’de olduğu halde karasal bir iklime sahip, eğitimli nüfusunun çokluğuna rağmen işsizliğin de bir o kadar fazla olduğu, gecekondulaşmış olmasa da düzensiz şehirleşme ve göçten kaynaklı hızlı nüfus artışının yarattığı sorunlarla boğuşan,‘arada’ bir ilçe Bornova. İnan Temelkuran’ın da hem ilçeyi hem de insanlarını çok iyi tanıdığını filmden anlamak zor değil. Bu durum karakterlerin derinliğinden ve birbirleriyle ilişkilerinin gerçekçiliğinden rahatça sezilebiliyor. Diyalogların, filmin senaristi de olan yönetmenin ‘jargon’a hakimiyetini gösterdiğini de belirtmek gerekiyor.
Karakterlerin mekanla ilişkisi sadece yukarıda değindiğimiz soyut düzlemde kurulmuyor filmde. Çok doğru bir tercihle filmin birkaç istisna dışındaki tüm sahneleri ‘sokak’ta geçiyor. Çünkü bu karakterler sokakta yaşıyor. Onların evleri mahalle bakkalının önü, bilardo salonu, bisiklet tamircisi, apartman kapısı… İşleri oralarda uyuşturucu satmak, erotik fantezi için ilham aramak, yoldan geçenlere ters ters bakmak, kızlara laf atmak… Filmin ‘zaman’dan yani 12 Eylül’ün yarattığı 2000’lerden ele aldığı sorunlar ve onu işleyiş tarzı sayesinde kopmayışı gibi ‘mekan’a da hem içerik hem de biçim olarak sıkı sıkıya bağlanması, güçlü bir yapım oluşunun önemli nedenleri arasında.
Birden fazla karakterin öyküsünü dengelemeye çalışan ve kolayca dağılabilecek bir yapıya sahip olan senaryo doğasından kaynaklanan tuzaklara düşmüyor. Film boyunca izleyicinin ilgisini ayakta tutmayı başarabilmesinin anahtarlarını hem senaryodaki çatırdama ve kırılma anlarının doğru zamanlamasında hem de yönetmenin doğru tercihlerinde bulmak mümkün. Senaryo, karakterlerin motivasyonlarını önemsiyor. Sözgelimi, Hakan’ın örnek aldığı Salih’i öldürmeye karar vermesini temellendirmek için sadece ‘hasta olduğu’ Özlem’i kazanma dürtüsünü öne çıkarmıyor. Hakan bu kararı vermeden önce bir süre futbol oynayan çocukları izleyerek düşünüyor. Salih’te onu bilinçli şekilde sakatlayan inanları somutluyor. Salih’in anlattığı son hikaye de tuz biber oluyor. Çelişkisini çözmek içinse sistem içindeki çıkışına yönelebiliyor ancak, karşıtına dönüşüyor. Aynı şekilde Murat’ın internetten grev haberlerine bakıp ‘görmezden geliniyor’ diyerek tepki göstermesi ve kamera alıp belgesellerini yapmaktan bahsetmesi ama karısının deyimiyle ‘sadece konuşuyor’ olması filmin kırılma anında ve sonrasında Murat’ın yerleşeceği konumu haber veriyor. Bu noktada parantez açıp filmin son sahnesine değinmek gerekiyor. Sistem içinde sıkışmış karakterlerin, Özlem’in, Hakan’ın ve Murat’ın yine sistem içi olan çıkış denemelerinin sonuçsuzluğunu gösteriyor filmin son sahnesi. Ama bunu o kadar ‘kör göze parmak’ yapıyor ki, filmin geri kalanıyla tam bir uyumsuzluk hissi uyandırıyor. Buna rağmen, üçlü arasında kırılma noktasından sonra kurulan yeni ilişkilerin ilgi çekici olduğu bir gerçek.
Gerçekçi bakış açısı filmin görselliğinde, diyaloglarında ve kurgusunda tamamlanıyor. Görüntü yönetmeni Enrique Santiago Silguero’nun da katkısıyla yaratılan görsellik hem karakter-mekan bağlarını kurmakta hem de hikayeyi anlatmakta önemli rol üstleniyor. Geçmişe dönüş sahnelerinde ise görüntü çalışması bilinçli olarak gerçekçilikten uzaklaşıyor. Bu sahnelerde İnan Temelkuran filmin genel yapısının dışına çıkarak izleyicide kuvvetli bir yabancılaşma yaratıyor. Salih’in Özlem’e tecavüz girişimini Özlem’in ağzından, Salih’in taksi şöförlüğü yaparken yaşadığı olayı da Salih’in ağzından Hakan’a anlattıran yönetmen, olayları görselleştirirken de ‘şimdiki zamanla’ bağını koparmıyor. Bu durum sarsıcı olayı izleyen seyirciyi röntgenci konumundan uzaklaştırarak olayın içine çekiyor. Ama filmin önemli nesnelerinden biri olan Salih’in sustalı bıçağının hikayesini izleyiciye anlatırken kullanılan ve geçmişteki olayı ekranda küçük bir baloncuk içinde biraz karikatürize edilmiş halde sunan sahnenin gerekliliği tartışmaya açık.
Gerçekçilikten bu kadar bahsetmişken filmin kurgu çalışmasına da değinmek gerekiyor. Pek çok sahnede kesmeler yapmaktan çekinmeyen ama en önemli diyalogları barındıran bazı sahnelerde izleyiciye güvenerek planı uzun tutan kurgu filmde yapılan doğru tercihlerden bir diğeri. İşçilik olarak da temiz ve özenli bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor.
Bornova Bornova, Türkiye’nin en önemli sorunlarından birini yetkin bir sinema diliyle perdeye taşıyor. Sadece bir durum tespiti yapmakla yetinmiyor, salondan sarsılmış ama yalancı bir tatmin yaşamamış şekilde çıkan izleyiciyi düşünmeye itiyor. Filmin değeri de bu noktalarda kendini gösteriyor.
Onur Doğan
Yorum yapın!
Söyleyecekleriniz varsa sizde yorum yapabilirsiniz